
-Sana altın bir tabak içinde cenneti veririm. İstediğin her şeyi ve
kendimi. Bu bir anlaşma paketi.Bir aile oluruz,çocuklarımız olur…ben altı çocuk
isterim ama bir taneyle de yetinebilirim.-Matt Farrell
Meredith çocukluğunu yalnız geçiren, babasının baskıcı
yöntemleriyle büyüyen bir kızdır. Çocukluk çağlarında güzelliği belli olmasa da
büyüdükçe –özellikle lens takmaya başladıktan sonra- güzelliğiyle çoğu erkeği
etkileyecektir. Yalnızlık dönemi ise Lisa Pontini ile arkadaş olunca sona erer.
18 yaşındayken Matt’le tanışır ve biraz babasının inadına onunla beraber olur.
İşte Meredith’in ve Matt’in bizi 565 sayfa okumaya razı eden aşkı böylelikle
başlamış olur. Meredith beni Düşler Krallığındaki Jennifer gibi deli etmese de,
bazı yerlerinde gerçekten sinirimi bozdu. Ama en azından haklı gerekçeleri
vardı diyerek ve Meredith’in güvensizliğini hemen telafi etmesiyle kendimi
avutuyorum. Matt ise en az Judith’in diğer erkekleri kadar
çekici,yakışıklı,zeki ve komik.(Merak etmeyin,kızlar) Matt’in kitap boyunca o
kadar yol katetmesi gerçekten takdirinizi kazanacaktır.Yani bana gerçek anlamda
neydin ne oldun dedirttirdi. Çok fazla spoiler vermemek için Matt hakkında daha
fazla konuşmuyorum. Ama bilin ki yer yer
kötü olması gerekse bile aşkına sahip çıkması benim kadar sizi de
etkileyecektir.
Judith’in diğer birkaç kitabını da okuyan bir insan olarak
söyleyebilirim ki bu kitabını diğerlerine göre daha yavaş okudum. Yazarın diğer
kitaplarında her sayfanın içinde kıyısında köşesinde iki ana karakterlerden en az
birinin olmasına, onların çatışmasına veya aşklarının anlatımına alışmıştık. Bu
kitapta ise Judith iş konuşmalarına da çok ağırlık vermiş. Haklı da
aslında,bunu yapmak zorundaydı.Kitap iki ana karakterlerin iş hayatlarını
ilgilendiren olayların etrafında örgütlenmiş.Bu nedenle sık sık ekonomik
değişimleri,yönetim kurulu toplantılarını,yatırımları okuyabiliyoruz. Fakat
itiraf etmeliyim ki bazı yerlerinde sıkılıp 2-3 sayfa atladım. Keşke iş
konularını bu kadar detaylandırmasaydı. Belki o zaman kitabın sonu bu kadar
aceleye gelmezdi. Bu aşkın çilesini bu kadar çektikten sonra,güzel
anlarını,evliliklerini,Meredith’in hamileliğini çok daha fazla okumak
isterdim.Tüm kitap boyunca Meredith’in çocuğu olamayacak diye gözümüze sokan
Judith, bu konuyu daha fazla anlatmalıydı bence. Hamilelik sürecini, Matt’in
hamilelikteki davranışlarını, çocuk dünyaya geldiği andaki duygularını maalesef
okuyamadık. Biranda Meredith’in hamile olduğunu öğrendik ve daha sonra Matt 6 aylık bebeğini kucağına aldı ve ben
‘Ne oluyor yahu’ diye kalakaldım. Bu kadın daha doğum yapacaktı? Matt’in
bebeğine söylediği cümleler ise beni aldı ve götürdü:
-Şşt bebeğim,büyük şirketlerin müstakbel başkanları ağlamaz.Şirket
protokolüne uymaya alışmalısın.Bana inanmıyorsan,annene sor!
Beni en çok etkileyen, Matt’e büyük bir şefkat göstermemi
sağlayan bir cümlede şudur:
-Bir misafir gibi gelmeni istemeyecektim. Senden karım olarak misafirlerimi
ağırlamanı istiyorum.
Söylemeden geçemeyeceğim üç şey daha var. Kitaptaki bir
durum karşında gerçekten ‘oha’ diyeceksiniz, şahsen ben bu durumu hiç
beklemiyordum.
2. olarak da kitaptaki Joe O’hara karakterini çok sevdim. Sanırım
onu biraz daha okumak isterdim. İnsanın ‘bas gaza’ Joe diye bağırası geliyor.
Son olarak,sana sesleniyorum Epsilon.Daha güzel bir kapak bulamadın mı ? Kitabı okula götürdüğümde bir hukukçu böyle bir kitabı nasıl okur bakışları altında ezildim. Judith çok kaliteli bir yazar kapak ise onu basitleştirmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder