29 Nisan 2014 Salı

Judith Mcnaugh-Cennet




-Sana altın bir tabak içinde cenneti veririm. İstediğin her şeyi ve kendimi. Bu bir anlaşma paketi.Bir aile oluruz,çocuklarımız olur…ben altı çocuk isterim ama bir taneyle de yetinebilirim.-Matt Farrell

Meredith çocukluğunu yalnız geçiren, babasının baskıcı yöntemleriyle büyüyen bir kızdır. Çocukluk çağlarında güzelliği belli olmasa da büyüdükçe –özellikle lens takmaya başladıktan sonra- güzelliğiyle çoğu erkeği etkileyecektir. Yalnızlık dönemi ise Lisa Pontini ile arkadaş olunca sona erer. 18 yaşındayken Matt’le tanışır ve biraz babasının inadına onunla beraber olur. İşte Meredith’in ve Matt’in bizi 565 sayfa okumaya razı eden aşkı böylelikle başlamış olur. Meredith beni Düşler Krallığındaki Jennifer gibi deli etmese de, bazı yerlerinde gerçekten sinirimi bozdu. Ama en azından haklı gerekçeleri vardı diyerek ve Meredith’in güvensizliğini hemen telafi etmesiyle kendimi avutuyorum. Matt ise en az Judith’in diğer erkekleri kadar çekici,yakışıklı,zeki ve komik.(Merak etmeyin,kızlar) Matt’in kitap boyunca o kadar yol katetmesi gerçekten takdirinizi kazanacaktır.Yani bana gerçek anlamda neydin ne oldun dedirttirdi. Çok fazla spoiler vermemek için Matt hakkında daha fazla konuşmuyorum. Ama bilin ki  yer yer kötü olması gerekse bile aşkına sahip çıkması benim kadar sizi de etkileyecektir.

Judith’in diğer birkaç kitabını da okuyan bir insan olarak söyleyebilirim ki bu kitabını diğerlerine göre daha yavaş okudum. Yazarın diğer kitaplarında her sayfanın içinde kıyısında köşesinde iki ana karakterlerden en az birinin olmasına, onların çatışmasına veya aşklarının anlatımına alışmıştık. Bu kitapta ise Judith iş konuşmalarına da çok ağırlık vermiş. Haklı da aslında,bunu yapmak zorundaydı.Kitap iki ana karakterlerin iş hayatlarını ilgilendiren olayların etrafında örgütlenmiş.Bu nedenle sık sık ekonomik değişimleri,yönetim kurulu toplantılarını,yatırımları okuyabiliyoruz. Fakat itiraf etmeliyim ki bazı yerlerinde sıkılıp 2-3 sayfa atladım. Keşke iş konularını bu kadar detaylandırmasaydı. Belki o zaman kitabın sonu bu kadar aceleye gelmezdi. Bu aşkın çilesini bu kadar çektikten sonra,güzel anlarını,evliliklerini,Meredith’in hamileliğini çok daha fazla okumak isterdim.Tüm kitap boyunca Meredith’in çocuğu olamayacak diye gözümüze sokan Judith, bu konuyu daha fazla anlatmalıydı bence. Hamilelik sürecini, Matt’in hamilelikteki davranışlarını, çocuk dünyaya geldiği andaki duygularını maalesef okuyamadık. Biranda Meredith’in hamile olduğunu öğrendik ve daha sonra  Matt 6 aylık bebeğini kucağına aldı ve ben ‘Ne oluyor yahu’ diye kalakaldım. Bu kadın daha doğum yapacaktı? Matt’in bebeğine söylediği cümleler ise beni aldı ve götürdü:

-Şşt bebeğim,büyük şirketlerin müstakbel başkanları ağlamaz.Şirket protokolüne uymaya alışmalısın.Bana inanmıyorsan,annene sor!

Beni en çok etkileyen, Matt’e büyük bir şefkat göstermemi sağlayan bir cümlede şudur:

-Bir misafir gibi gelmeni istemeyecektim. Senden karım olarak misafirlerimi ağırlamanı istiyorum.

Söylemeden geçemeyeceğim üç şey daha var. Kitaptaki bir durum karşında gerçekten ‘oha’ diyeceksiniz, şahsen ben bu durumu hiç beklemiyordum.
2. olarak da kitaptaki Joe O’hara karakterini çok sevdim. Sanırım onu biraz daha okumak isterdim. İnsanın ‘bas gaza’ Joe diye bağırası geliyor.
Son olarak,sana sesleniyorum Epsilon.Daha güzel bir kapak bulamadın mı ? Kitabı okula götürdüğümde bir hukukçu böyle bir kitabı nasıl okur bakışları altında ezildim. Judith çok kaliteli bir yazar kapak ise onu basitleştirmiş.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder