28 Temmuz 2014 Pazartesi

Veronica Roth-Uyumsuz



 Biraz geç kalsam da sonunda okudum serinin ilk kitabını. Büyük spoiler almakla birlikte 2. ve 3. kitabı da okumak için yanıp tutuşuyorum fakat bir süre yurtdışında olacağım için beklemek zorunda.

Uyumsuz’un kitabını okuyamayanlar da filmine gitmişlerdir belki. Ben ikisini de beğeniyorum zaten. Fakat film ve kitap arasındaki birkaç değişim beni rahatsız etti. Film gerçekten güzeldi fakat insana ne ara hoşlandılar bunlar birbirinden dedirtiyordu kitapta bunun cevabını almış oldum. Ve Tris’in eğitimini birinci sırada bitirdiğini öğrendiğimde gerçekten sevindim çünkü filmde son sıralarda sürünüyordu.

Ben bu serinin ilk kitabını gerçekten beğendim. Beni düşündürdü diyebilirim. Özellikle özverili olmak-cesaretli olmak ve gerçekten korkusuz olmak-korkmuyormuş gibi yapmak beni en son düşündüren ikilemlerden.

Erkek karakter Four’u ise gerçekten sevdim. Neden derseniz eğer, şöyle ki genellikle kız soğuk davranır,küser,hata yapar ve erkek mutlaka yanlış anlar üste çıkar,teselli edeceğine uzaklaşır. Ta ki daha büyük bir şey olana kadar. Başına dank eder kızla barışır. Bu kitapta ise tam tersi. Yani kız her zamanki gibi bir sorunu aklında büyütüyor büyütüyor sorun yaratıyor ama erkek eşi benzeri görülmemiş şekilde hem alttan alıp destek olmayı hem de kendini savunmayı beceriyor. Seni gerçekten tebrik ediyorum Four. Gururumuzsun J

Çoğu kişinin aksine ise şimdiki zamanla anlatım beni hiç rahatsız etmedi. İlk başta edeceğini düşünmüştüm ama öyle olmadı. Di’li geçmiş zamanlı anlatımlarda her şey bitmiş, sonuçlanmış siz sadece bir hikaye dinleyicisiniz. Evet, heyecanlanıyorsunuz ne olacak diye merak ediyorsunuz ama siz okusanız da okumasanız da bir sonuç var. Bu şimdiki zaman anlatımı ise bana ben okumazsam olaylar öyle kalacak izlenimi yarattı. Sanki ben okudukça onlar yaşadı. Ya da ben çok büyütüyorum bilmiyorum. Ama bu açıdan bakıp –yor ekine çok takılmamaya çalışın derim ben.

Kitabı bir günde bitirmiş biri olarak gayet sürükleyici olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Bir de kitaptaki arkadaş kıskançlıkları yok mu insana kendi arkadaşlarını düşündürüp acaba dedirtip delirtecek cinsten. Kitapta bazı olaylar oluyor ki benim arkadaşlarım yapar mıydı ya da ben yapar mıydım diye soruyor insan kendine. İnsanın içinde ki göz önünde olma tutkusu bazen kör ediyor işte.

Son olarak kitabın arka kapak yazısını da buraya ekliyorum :

Beatrice Prior'ın Chicago'sunda toplum, her biri belli bir erdemi yaşatmaya adanmış beş topluluğa bölünmüş durumda. Dürüstlük, Fedakarlık, Cesurluk, Dostluk ve Bilgelik. 
Her yıl, belli bir günde bütün on altı yaşındakiler, hayatlarının geri kalanında birlikte yaşayacakları grubu seçmek zorunda. 
Beatrice, hem ailesiyle kalmak, hem de kendi benliğini bulmak istiyor ama ikisini birden seçemez. 

Bu nedenle kendisi dahil, herkesi şaşırtan bir seçim yapıyor.

Genç yazar Veronica Roth heyecanlı seçimler, kalp kıran ihanetler, kan donduran sonuçlar ve beklenmedik aşklarla dolu karanlık bir geleceği anlatan gerilim serisinin ilk kitabıyla edebiyat sahnesine çıkıyor!


28 Haziran 2014 Cumartesi

Lauren Kate- Düşüş Serisi



Bazı melekler düşmeye mahkûmdur. Düşüş'e hazır mısınız?

Luce Daniel'ı gördüğü an tuhaf ama tanıdık bir hisle sarsıldı. Onda bilindik bir şeyler vardı. Yeni okuluna adımını attığı ilk gün onun diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştı. Fakat Daniel anlaşılmaz bir şekilde ona karşı mesafeliydi. Luce ise pervane misali ateşe taparcasına onun çekim alanına girdiğini biliyordu. Hislerinin peşine düşüp gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıydı? Küçücük bir sır hayatlarını ne yönde değiştirecekti? Cevaplar gerçekleri anlamlandırmada yeterli olacak mıydı?
Bu sefer ilk kitabın arka kapak yazısıyla başladım yazıma. Çünkü neresinden tutsam kitabı spoiler vereceğim size. Seri 4 kitaptan oluşuyor. Düşüş-Azap-Tutku ve Vurgun.  Bir kitap daha var aslında, Aşka Düşüş. Fakat bu 14 Şubat için yazarın çıkarmış olduğu hikâyeden bağımsız,
karakterlerin aşklarını anlatan bir kitap. Ben okumayı tercih etmedim eğer okuyanınız varsa fikrini yazarsa çok sevinirim.

Eğer fantastik roman meraklısıysanız kaçırmayın derim. Böyle seri halinde okuyabileceğimiz fantastik kitaplar çok yok maalesef. Zaman kaybı değil kesinlikle ama çok mükemmelde değil seri. Kitap kapakları muhteşem özellikle. Gördüğüm en büyüleyici kitap kapaklarıydı. İnsanı raftan al beni diye çağırıyor resmen. Melekler ise muhteşemdi. Melekleri böyle yarı hırçın yarı uysal,esprili,sinirli görmek benim hoşuma gitti. Mitolojiye de meraklı olduğum için seve seve okudum. O devasa kanatları ve meleklerin güzel yüzleri gözümün önünde hala. Yazar bunu gerçekten iyi başardı diyebilirim. Her karakterin kafamda öyle bir resmi var ki sanki 40 yıllık arkadaşlarım. Kitabın diğer güzel yanı ise gizemli olması. Hani en son cümleye kadar kafamda hiçbir şey oturmadı desem yeridir. Şaşırtıcı bir sonu vardı kesinlikle. Çok farklı değildi ama bazı ayrıntılar insanın aklına gelmeyecek cinstendi. Demek nedeni buymuş cümlelerini sık kurdum seri sayesinde.

Bu güzelliklerin yanında ise kötü özellikler vardı elbette. Mesela bazen o kadar koşuşturmaca oluyor ki insan soluklanmak istiyor. Kötü bir şey bitiyor hop kötü başka bir şey başlıyor. Daniel ve Luce’un biraz sakin kalıp aşk konuşmalarını okumak isterdim. Hep beraberlerdi evet, aşklarını hep gösterdiler evet ama büyük aşkta yinede eksiklik vardı. Baş başa sakin zaman geçiremediler hiç. Ayrıca yazarın yazım tarzı beni biraz kitabın dışına itti. Okurken insan olaylardan kopuyor bazen, yani onlarla koşup uçarak savaşmak gerekirken bazen sadece okuyan oluyorsun. Kitabın dışından bir gözlemci. Kitabın daha fazla içine girebilmeyi karakterlerin ne düşündüğünü gerçeklen bilmeyi isterdim. Çoğu zaman her şey muammaydı.

Kitabın kötü karakteri Cam.  Daniel ve seni o kadar çok tanımak isterdim ki. Cehennemi seçmeni sağlayan aşk hikayesi havada asılı kaldı. Ölesiye merak ediyorum.

Artılarını ve eksilerini değerlendirecek olursam ben seriyi okuyun derim. Hele son kitabı 1 gün içinde bitirdim. Artık her şeyin cevabını almak için çıldırdım çünkü J  Serinin konusu mükemmeldi bana kalırsa, sadece yazar bunu daha iyi anlatabilirdi. O yüzden filmi çekilse hani iyi olurdu. Bol yakışıklı ve güzel meleklerin olduğu, bol gizemli, aksiyonlu, aşklı bir film. Yazarın anlatmayı beceremediği şeyi görebilirdik belki böylece. 

Seri farklı konusuyla, gizemiyle,melekleriyle aklımda kalıcak hep.Ayrıca itiraf ediyorum, kitabın sonunda ağladım.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Minidizi- Emma



Bu diziyi bir arkadaşımın tavsiyesi ile izledim. İyi ki de izlemişim. Eğer sizde benim gibi dönem romanlarını seviyorsanız -hani şu düklerin olduğu, İngiltere’de geçen aşk romanlarından söz ediyorum- bu diziyi siz de mutlaka izleyin. Dizinin uyarlandığı kitabı birçoğunuz ya okumuş ya da bir yerlerden duymuştur zaten. Benim sevgili yazarım Jane Austen’in Emma kitabı.

Kitabı okurken hayalini kurduğunuz ortamın dizi-film olarak tamamen karşınızda canlanması beni her zaman çok mutlu etmiştir. Beni başkalarının bu konuda anlamayacağını biliyorum ama siz anlarsınız. Çünkü sizde benim gibi kitap okurken hayal kurmanın, kitabın gözünde canlanmasının ne demek olduğunu biliyorsunuz. Biz kitap manyakları biraz kaçık oluyoruz galiba. Neyse,konuyu dağıtmayacağım. Demek istediğim şu ki o gözünde canlandırdığın şeyi gerçekten izlemen bence güzel bir şey. İşte ben Emma dizisini bu yüzden sevdim. Kitapları okurken hayalini kurduğumuz o kıyafetler,evler,asi davranışlar ve elbette yakışıklı dükleri karşınızda görmek oldukça zevkli.

Gelelim dizinin konusuna,ana karakterimiz olan Emma çöpçatanlıkla uğraşmakta.Birbirine uygun gördüğü kız ve erkeğin arasını yapıyor ve bu durum genellikle evlilikle sonlanıyor. Arkadaşı olan Harriot Smith için bir eş avına çıktığında ise olaylar karışıyor ve Emma kendi aşkını fark ediyor.

Dizideki Mr.Knightly’yi gerçekten çok beğendim. Hayallerimdeki yakışıklı ve karizmatik İngiliz beyefendisi tanımına tamamen uyuyordu. Yani demem o ki diziyi izlerken iç geçirmeden izlemeniz olanaksız. Emma Woodhouse’a ise çoğunlukla sinir olacağınız kesin. Yani ben sık sık ‘Bi karışma yahu’ diye bağırdım.

Dizimiz bir mini dizi olduğundan izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Sadece dört bölüm, hem eğlenceli vakit geçirirsiniz hem de kısacık olduğundan beğenmeseniz bile çok vakit kaybetmemiş olursunuz.

Not: Her İngiliz dükünden bahsedildiğinde Clayton Westmoreland’ı anmadan geçemiyorum. Hiç kimse onun gibi mükemmel olamıyor.

                                         


1 Mayıs 2014 Perşembe

John Green-Aynı Yıldızın Altında


 

Bu kitabı aylardır elime alıyorum ve rafa geri bırakıyorum. Ama en sonunda aldım ve bırakmadım. Niye bu kadar can çekiştin diye soracak olursanız , cevabım şöyle; yazıları çok büyüktü. Evet gerçekten de bu yüzden almadım kitabı. Bakıyordum ve diyordum ki bu ne ya ilkokul kitabı gibi. Ama kitaplar kadar sinemaya da meraklı biri olarak Aynı Yıldızın Altında filminin fragmanını izledim ve kitabı okumaya karar verdim. Kitabını bitirene kadar filmlerini izlemeyi reddeden ben nasıl böyle bir şey yaptım hala cevap bulamıyorum ama sonuç olarak yaptım işte.

Herkes kitabın konusunu aşağı yukarı biliyor olmalı. İki kanserli gencin aşkı. Bundan fazlasını söyleyemem zaten çünkü o zaman bütün kitabı anlatmak zorunda kalırım. Bu kitabı diğer kanser kitaplarından ayıran özellikler ne derseniz eğer bence en önemlisi acındırmanın olmaması. Her şey olduğu gibi anlatılmış. Yazar sadece size neyin ne olduğunu söylüyor o şeye üzülüp ağlamak ya da gülüp geçmek sizin elinizde. Gençlerin fazla büyük hayalleri amaçları yok. Mükemmelleştirdikleri bir kitap yazarıyla tanışmak istiyorlar o kadar. Her 16 yaşındaki insanın isteyeceği gibi. Büyük kaygıları da yok, unutulmak dışında. Kısacası kitap hayatın içinden. Atipik istekler, hayaller,kaygılar yok. Sen ben nasılsak onlarda öyle.  Ayrıca kitaptaki olay gelişmeleri hiç beklendik şekilde değil.Başında düşündüğünüz şeyle sonunda olan tamamen farklı.

Ama bu kadar güzelliğin yanında yine de tam ısınamadım kitaba. Günlerce aklında çıkaramama diye bir şey olmadı. Kitap bitti kitabın dünyası da bitti. Bunun nedenini de belki siz söylersiniz bana, ben çözemedim çünkü. Yazarın anlatım dilini beğenmedim belki, belki de etkileyicilik yoktu. Bilemiyorum.

Filminin vizyona girmesini ise heyecanla bekliyorum. Ve hayatımda ilk defa filmin kitaptan daha güzel olacağını düşünüyorum.

Son olarak siz yine de  kitabı mutlaka okuyun bence.Çok fazla zamanınızı almaz en fazla 2 günde bitirirsiniz. Ben kitabı okuyup iki günlüğüne de olsa dünyaya kanserli birinin gözüyle bakmaktan memnunum.

Filmin sayfasına göz atmak isteyenler Tıklayınız

29 Nisan 2014 Salı

Judith Mcnaugh-Cennet




-Sana altın bir tabak içinde cenneti veririm. İstediğin her şeyi ve kendimi. Bu bir anlaşma paketi.Bir aile oluruz,çocuklarımız olur…ben altı çocuk isterim ama bir taneyle de yetinebilirim.-Matt Farrell

Meredith çocukluğunu yalnız geçiren, babasının baskıcı yöntemleriyle büyüyen bir kızdır. Çocukluk çağlarında güzelliği belli olmasa da büyüdükçe –özellikle lens takmaya başladıktan sonra- güzelliğiyle çoğu erkeği etkileyecektir. Yalnızlık dönemi ise Lisa Pontini ile arkadaş olunca sona erer. 18 yaşındayken Matt’le tanışır ve biraz babasının inadına onunla beraber olur. İşte Meredith’in ve Matt’in bizi 565 sayfa okumaya razı eden aşkı böylelikle başlamış olur. Meredith beni Düşler Krallığındaki Jennifer gibi deli etmese de, bazı yerlerinde gerçekten sinirimi bozdu. Ama en azından haklı gerekçeleri vardı diyerek ve Meredith’in güvensizliğini hemen telafi etmesiyle kendimi avutuyorum. Matt ise en az Judith’in diğer erkekleri kadar çekici,yakışıklı,zeki ve komik.(Merak etmeyin,kızlar) Matt’in kitap boyunca o kadar yol katetmesi gerçekten takdirinizi kazanacaktır.Yani bana gerçek anlamda neydin ne oldun dedirttirdi. Çok fazla spoiler vermemek için Matt hakkında daha fazla konuşmuyorum. Ama bilin ki  yer yer kötü olması gerekse bile aşkına sahip çıkması benim kadar sizi de etkileyecektir.

Judith’in diğer birkaç kitabını da okuyan bir insan olarak söyleyebilirim ki bu kitabını diğerlerine göre daha yavaş okudum. Yazarın diğer kitaplarında her sayfanın içinde kıyısında köşesinde iki ana karakterlerden en az birinin olmasına, onların çatışmasına veya aşklarının anlatımına alışmıştık. Bu kitapta ise Judith iş konuşmalarına da çok ağırlık vermiş. Haklı da aslında,bunu yapmak zorundaydı.Kitap iki ana karakterlerin iş hayatlarını ilgilendiren olayların etrafında örgütlenmiş.Bu nedenle sık sık ekonomik değişimleri,yönetim kurulu toplantılarını,yatırımları okuyabiliyoruz. Fakat itiraf etmeliyim ki bazı yerlerinde sıkılıp 2-3 sayfa atladım. Keşke iş konularını bu kadar detaylandırmasaydı. Belki o zaman kitabın sonu bu kadar aceleye gelmezdi. Bu aşkın çilesini bu kadar çektikten sonra,güzel anlarını,evliliklerini,Meredith’in hamileliğini çok daha fazla okumak isterdim.Tüm kitap boyunca Meredith’in çocuğu olamayacak diye gözümüze sokan Judith, bu konuyu daha fazla anlatmalıydı bence. Hamilelik sürecini, Matt’in hamilelikteki davranışlarını, çocuk dünyaya geldiği andaki duygularını maalesef okuyamadık. Biranda Meredith’in hamile olduğunu öğrendik ve daha sonra  Matt 6 aylık bebeğini kucağına aldı ve ben ‘Ne oluyor yahu’ diye kalakaldım. Bu kadın daha doğum yapacaktı? Matt’in bebeğine söylediği cümleler ise beni aldı ve götürdü:

-Şşt bebeğim,büyük şirketlerin müstakbel başkanları ağlamaz.Şirket protokolüne uymaya alışmalısın.Bana inanmıyorsan,annene sor!

Beni en çok etkileyen, Matt’e büyük bir şefkat göstermemi sağlayan bir cümlede şudur:

-Bir misafir gibi gelmeni istemeyecektim. Senden karım olarak misafirlerimi ağırlamanı istiyorum.

Söylemeden geçemeyeceğim üç şey daha var. Kitaptaki bir durum karşında gerçekten ‘oha’ diyeceksiniz, şahsen ben bu durumu hiç beklemiyordum.
2. olarak da kitaptaki Joe O’hara karakterini çok sevdim. Sanırım onu biraz daha okumak isterdim. İnsanın ‘bas gaza’ Joe diye bağırası geliyor.
Son olarak,sana sesleniyorum Epsilon.Daha güzel bir kapak bulamadın mı ? Kitabı okula götürdüğümde bir hukukçu böyle bir kitabı nasıl okur bakışları altında ezildim. Judith çok kaliteli bir yazar kapak ise onu basitleştirmiş.